Blog

Aya Yorgi Apollon mu Artemis Tapınağı mı?

Günlerdir bu yazının çıkması üzerine yoğun talepler oldu. Aya Yorgi Kilisesi hakkında sizler ile paylaşacağım bilgileri yazacağım demiştim. Aya Yorgi Kilisesi hakkında birçok efsane olduğu doğrudur. Kilise Aziz Georgios’un adı ile birlikte anılırken Azizin MS 280 yıllarında Filistin’in Lod şehrinde doğduğu, 23 Nisan 303 yılında ise öldüğü biliniyor.

Hristiyanlık, Bildiğiniz üzere İsa’nın MS 30’lu yıllarda ölümünden sonra ardılı olan havariler yoluyla yayıldı. Başlangıçta reformist bir Yahudi mezhebi olarak görülen bu yeni inanç kısa sürede Anadolu coğrafyasında taraftar buldu. Diğer inançlara fazlasıyla hoşgörülü olan Roma, bu yeni dine pek de sempati ile yaklaşmadı. Baskılar, takibatlar, idamlar neticesinde yeni din daha çok gizli yollarla yayılma aşaması geçirdi. Yeni dinin ortaya çıkmasından yaklaşık iki asır sonra ise manastır geleneği ve azizler ortaya çıkmaya başladı. Azizler daha çok inancı yaymaya çalışan kutsal kişilerdi ve ortak yönleri inançları uğruna şehit olmalarıydı. Takibatlar nedeniyle ise münzevi bir hayat yaşıyorlardı. Hristiyanlıkta yaşanan bu gelişmelerin benzeri İslam’da da yaşanmıştır. İslam’ın ilk yayılış aşamasından bir süre sonra tasavvuf anlayışı doğmuştur. Ancak ilk Müslüman ermişlerin inziva hayatı baskılardan çok, Peygamber dönemindeki sadelikten uzaklaşılması sonucu zenginleşen ve saraylarda yaşayan, halktan kopan yöneticilere ve yeni topluma karşı bir tepkisel duruştu. Müslüman ermişler, dünyadan elini ayağı çekiyor ve sade bir yaşantıya yöneliyorlardı. Konumuza geri dönersek Aziz Georgios’da inancı uğruna şehit edilmiş kutsal azizlerin ilklerindendi. Öldürülmesi Hristiyanlığın gizli yayılış döneminden çıkarak bir nevi açık direnişin başlamasına katkı sağladığı söylenebilir. Aziz ile ilgili bilenen en ilgi çekici hikaye ejdarha ile ilgili olanıdır ve genelde Aziz, beyaz atı üzerinde ejderhayı öldüren bir savaşçı olarak resmedilir.
Efsaneye göre; Ejderha günde iki kuzu yiyerek ülkenin açlığa sürüklenmesine sebep olur. Kral ejderhayı öldürmek için tüm imkânları denese de başarılı olamaz, fakirleşen ve çaresiz kalan halk ejderhaya genç kızları kurban etmeye başlar. Sıra kralın kızına gelir. Prenses kurban olarak gönderildiği yerde, denizden çıkacak olan ejderhayı bekler. Fakat Aziz Georgios kralın kızını kurtarmak için beyaz atının üstünde oraya gelir, denizden çıkan ejderhayı elindeki mızrakla yaralar ve atının ayakları altında ezerek öldürür. Ejderhanın öldürülmesine sevinen kral, Aziz Georgios’a teşekkür etmek için ona hediyeler sunar, Georgios ise bu hediyeleri halka dağıtarak oradan ayrılır.
Peki, bu hikayede bazı şeyler size tanıdık geldi mi? Örneğin beyaz bir at… 23 Nisan Aya Yorgi günü. Bu gün binlerce kişi ilkbaharı temsilen burada niyet ve dileklerin özellikle evlilik ile ilgili adakların kabul olması için adaya akın ediyor. Bura da birkaç soru sormak gerekli. Acaba bu dilek dileme törenin kökenleri eski Sümerlerdeki bahar bayramına kadar uzanır mı? Niyet çalışmalarında genelde beyaz at ile Hızır’ın tasvir edilmesi ile Azizin beyaz atı düşünüldüğünde iki ermişte aslında aynı kişi mi? Daha ilginç bir soru da sorulabilir burada: Evlenme ritüellerinde, hikaye ve masallarda damadın “beyaz atlı prens” ile özdeşleştirilmesi, gelinin evden beyaz bir atın sırtında çıkarılması bu aziz kültünün halk arasında devam eden yansımaları olabilir mi? Diğer bir önemli husus ise şudur. Bu kötü ejderhanın öldürülmesi, krala yardım edilmesi Sarıl Saltuk gibi birçok Müslüman ermişin menkıbelerinde yer alır. Ejderha figürünün baskıcı Roma yönetimini, Aya Yorgi’nin de Hristiyanlığın yayılmasını sağlayan gücü sembolize etmesi muhtemeldir. Çünkü bir bölgeyi irşat eden aziz ya da derviş genelde ejderha ile mücadele eder, kralın kızını kurtarır, ilk kendisine kral kızı inanır ve sonunda tüm kent onun inancına geçer. Bu ilginç durum tarihi Türk filmlerinde bile etkisini gösterir.
Aynı hikayelerin hem Müslümanlık ta hem de Hristiyanlık da aynı olması evrimsel ağaçta verilmek istenen mesajların aynılığını anlatmaktadır. Ancak ben size biraz bu konuların başka bir kısmını anlatacağım. İstanbul yedi tepeli şehir olarak tasvir edilmektedir. Aya Yorgi yüksek tepeler anlamına da gelmektedir. Ülkemiz yedi bölgeden dünya ise yedi kıtadan oluşmaktadır. Şimdi her birinizin e bunda ne var dediğini duyar gibiyim. Burada İstanbul’un merkezi bir sistem olduğu manası da ortaya çıkmaktadır. Kadim eski İstanbul’da hiçbir yer insan nüfusu coğrafik yapısı olarak birbirine benzememektedir. Tıpkı ülkemiz gibi bol renkli ve çeşitlidir.
Konunun asıl can alıcı kısmına gelecek olursak ilk çağlardan bu yana İstanbul kuşatılmış durumdadır. Bölgede ilk şehir olan Byzantion’un kurucusu Byzas’tır. Kendisi Zeus’un kızı Keoessa ile deniz tanrısı Poseydonun oğludur. Aslen Megaralı olan Byzas, bir gece rüyasında şehrinin yıkılacağını ve krallığını başka bir yere taşıması gerektiğine ilişkin bir mesaj alır. Kahinlerine bu rüyayı yorumlatır. Kahinlerin Tanrı Apollon’dan bilgi üzerine yeni şehrin körler diyarının karşısında bir yere kurulması yönünde tavsiye verilir. Byzas liderliğinde yola çıkan Megara halkı yıllarca dolaştıktan sonra Sarayburnu civarına gelir. Cennet gibi bir yerdir. Karşı kıyıda ise çorak bir arazide Kalkedon şehri (Kadıköy) bulunmaktadır. Byzas “Bu güzel yer dururken bu insanlar kör mü karşıda yaşıyorlar” diye söylenir. Birden aklına kâhinin dedikleri gelir. Körler ülkesinin karşısı kesinlikle bura olmalı diyerek şehrini buraya kurar. Kurucusundan dolayı kente Bizans ya da Byzantion denilir.
Tabi İstanbul efsanesi ve konuları bu kadar kısıtlı değil eski Byzantion’dan sonra bir diğer kurucu Constantınus yer alır. Son olarak da Fatih Sultan Mehmet fethi ile birlikte Osmanlı’nın da başkenti olmuştur. Tabi her yeni gelen yönetim ile birlikte şehrin yüzü de değişmiştir.
Peki bu değişimler neticesinde acaba hiç antik zamanın izlerini merak edip araştıran olmamış mıdır diye sorsam bir çok kişi olmuştur. Hepimizin bildiği üzere tüm eski kiliseler ve camiler Helenistik döneme ait tapınaklar üzerine yapılmıştır. Özellikler yüksek enerji çıkış noktaları olan alanlar olması insanların manevi alana kolaylıkla bağlanmasını kolaylaştırdığı için eski tapınakların şekli ve o dönem ki inanç sistemleri üzerine yeniden inşa edilmiştir. Peki bu tarz yerlerin seçilmesinin sebebi ruhani geçiş kapılarını insanın kendini daha ruhani yükselişe teslim olması ile ilgilidir. Her birimiz geçmiş izlerimiz ile birlikte yaşamaktayız o nedenle eski tapınaklar veya eski kalıntıların üzerinde gezerken eski kök hücre bilgilerimiz uyanmakta ve burada DNA titreşimiz artmaktadır.
Asıl konumuz olan Aya Yorgi kilisesine gelecek olursak Megara şehrinden gelip İstanbul şehrinde bir krallık inşa eden Byzas’ın inancını da bu şehre getirmiş olabilir mi? aslında tüm izler bize bunu göstermektedir. Megara kentinin koruyucu tanrısı ve kahinlere yeni kurulacak şehrin yerini bildiren Apollon’dur. Eski kayıtlara baktığımızda kendisinin Apollon’un şehrinden geldiğini düşünürsek buranın bir Apollon tapınağı olma ihtimali muhtemeldir. Yine efsanelerde kentin iki koruyucu tanrısından biri Poseidon’la birlikte Apollon olduğunu görürüz.
Her ne kadar burada Veli Hocam ile fikir ayrılığı yaşasak da aslında Apollon’nun ikiz kardeşi olan Artemis’in izleri de yer almaktadır. Apollon ile Artemis ortak hareket eden ve birbirlerine destek olan tanrı ve tanrıçadır. Benim alanda hissettiğim Artemis’in varlığı olmuştur. Sizler burayı ziyaret etiğinizde kendi hisseleriniz de size rehberlik ediyor olacaktır.
Netice itibariyle bu yazının mimarı Sn. Veli Güven Hocam için eril bir tanrı benim içinde dişil bir tanrının izlerini görmekteyiz.
Ayrıca İstanbul’un hem Hristiyanlık hem de diğer dinler için kutsal kabul edildiğini biliyoruz. İstanbul’u bu kadar özel yapan şeyler arasında bu mabetlerin de olması değil midir? Ayrıca yaşadığımız şehre ne kadar sahip çıkmamız gerektiğini de hatırlatıyor.
Okült bilgiler acısından bakacak olur ise yedi kıta üzerine kurulan dünyanın yedi tepe üzerine kurulan İstanbul’un hem tarihi hem de mistik acıdan çok öneli bir merkez olduğunu atlamamak gerekir. Büyükada İstanbul’un batmış olan Vordanisi adasına komşu olması vakti ile engizisyon mahkemelerinden kaçan tüm kahinlerin ve bilgelerin bu adada yer alması bir şekilde Bizi Büyükada’nın da bu gizemde bir payı olduğunu düşündürmektedir. Apollon’un kehanet tanrısı vasfına da sahip olduğunu, Byzas‘a verilen kehanetin sahibi olmasını hatırlamak faydalı olacaktır. Adada gezerken her an karşınıza tarihten bir şey karşınıza çıkacakmış gibi hissedersiniz ve Adalara giden her insan oradan hafiflemiş ve İstanbul’un kaos dolu hayatından uzaklaşmış hisseder. Bu durum çok normal çünkü! Özellikle Aya Yorgi Tepesinde (Yüksek Tepeler) ilahi nizama en yakın olduğunuz yerlerden bir tanesi temsil etmektedir. Yani yedinci çakra tepe çakrasını temsil etmektedir. İstanbul’un her bir bölge için ayrı bir çakra enerji geçiş noktası koyduğunuzda burası tam anlamıyla yedinci çakra masumiyete ilahi nizam ile bir ve bütün olma haline geçiren bir noktadır.
Yolunuz bir gün adaya düşerse bir de bu gözle bakmaya ne dersiniz?
Emek ve katkılarından dolayı yazımı Tarihçi Yazar Sn. Veli Güven’ne atfediyorum.

İlginizi Çekebilecek Yazılar