İnsan, varoluşundan bu yana nefsiyle imtihan edilmektedir. Nefs, her katmanda insanın ilerlemesini, sıçrayışını gerçekleştirmesi için vardır. Yeme, içme ve haz odaklı bir canlı olarak yaratılan insan; bu ihtiyaçları çıkardığınızda, aslında maddi âlemin ötesine geçen bir varlık olarak yer alır.
Bir düşünelim: Nefsin ihtiyaçlarını ortadan kaldırsaydık geriye ne kalırdı? Yemek, barınma, sevgi gibi temel ihtiyaçları ortadan kaldırdığımızda geriye yalnızca nefes kalır.
Şimdi sizden, bugün talep ettiğiniz ihtiyaçlarınıza odaklanmanızı istiyorum.Bu ihtiyaçlardan “barınmayı” ele alalım. İstediğiniz yaşam koşullarını sağlayabileceğiniz bir yaşam alanına sahip olmak için neye ihtiyacınız var? Bu miktarı siz belirleyeceksiniz. Bu ihtiyacı karşılamak için çalışıyor, çabalıyorsunuz. Ve bu alanı elde ettiğinizde, ruhsal olarak tatmin oluyorsanız ancak o zaman gerçek doyuma ulaşıyorsunuz. Bu çaba, sizde başarıya olan tutkuyu geliştiriyor. Ancak daha da ileri giderseniz, elinizde somut olarak tuttuğunuz barınma ihtiyacı karşılandıktan sonra, sizde gelişen yeni bir arayışın kapıları da aralanmaya başlar.
Peki ya bu ihtiyaçlar zaten bizim için verilmiş olsaydı? Bunun için aşırı çaba ya da zaman harcamıyor olsaydık? Sevgi, özgüven ve haz duygularını da tatmin etmiş olsaydık ne olurdu? İşte o zaman kaybettiğimiz “nefes” duygusunu yeniden keşfeder; hayata, tıpkı ilk geldiğimiz andaki gibi, sadece nefesle başlar ve bir gün son vereceğimiz o son nefese kadar geçen sürede bir hikâye yazdığımızı fark ederdik.
Yeni doğan bir bebeğin ihtiyaçlarını hatırlayın. Sadece annesini emmek, altının değiştirilmesi ve ilgi… Başka da bir ihtiyacı yoktur.
İşte biz, bu koşulsuzca almayı ne zaman unuttuysak, o zaman kaybetmeye başladık. Oysaki biri bizim için pek çok ihtiyacımızı çoktan hazırlamıştı. Biz ise bugünkü düzenimizde bunların olmayacağına inanıyoruz. Oysa Yaratıcı, her şey için bize fazlasıyla verdi ve bu nimetlerin bir sınırı yok. Tıpkı annemizin sütü gibi…
Nefsin ihtiyaçları üzerine düşünelim. Bugün neye sahip olmak istiyorsunuz? Bunları kendinize sorun. Hepimiz, bu dünyada istediğimiz birçok şeyi gerçekleştirdik ve hâlâ gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Ancak gözden kaçırdığımız bir şey var: “Nefs” adı altında bize pazarlanmaya çalışılan duygunun ne olduğunu tam olarak anlayamamak.
Aşk istiyoruz ama nasıl birini istediğimizi bilmiyoruz. Daha kendimizi tanımadan, neyi neden tercih ettiğimizi bilmeden bir ilişki yaşamaya çalışıyoruz. Bu anlam karmaşası içinde, eğer nefsi değil de “nefesi” anlayabilirsek, işte o zaman yücelir ve iç huzura kavuşuruz.
Peki nedir nefs?
Nefsin yedi mertebesi vardır:
-
Toprak ve madde algısı – Bedensel dünya ile ilgilidir.
-
Bedensel istekler – Zevk, haz ve fiziki arzuları temsil eder.
-
Doyum ve yeterlilik – Tatmin ve yeterli hissetme durumudur.
-
Manevi borçlar – Sadece madde değil, anlam düzeyinde sorumlulukları fark etme.
-
İsteklerle hedeflerin uyumu – Ulaşmak istenilen şeylerle ne kadar örtüştüğünü sorgulama.
-
Gerçeklik ötesi algı – Bedenin dışına çıkmak, başkalarının seni nasıl gördüğünü fark etmek.
-
İlahi benlik – Beden ve isteklerin ötesine geçip, ruhsal bir yükselişe ulaşmak.
Nefes konusuna gelecek olursak:
Bebekler ilk dünyaya geldiklerinde neden ağlarlar, bilir misiniz?İlk nefeste ciğerlerine dolan oksijen, onları öylesine yakar ki, bu acı tarif edilemezdir. Birinin çığlığı, başkalarının sevincine dönüşür. İşte öyle bir andır ki; bir dünyada ölüm, bir diğerinde doğum başlamış olur.
Her şey bir nefesle başlar: yanma hissiyle ve ardından varoluşla…Ama zamanla o nefesi unuturuz. Derin nefesleri, yaşadığımız yüklerle birlikte kaybederiz. Kaçındığımız her durumda nefesimizi tutarız. Acıyla yüzleşmek, bize nefes almayı unutturur. Korku, kaygı, endişe… Bunların hepsinde eksik nefes vardır.
Meditasyon çalışmalarının çoğu, aslında kaybolan bu nefesi hatırlatmak içindir. Nefesi öğrendikten sonra, artık onu nasıl kullanacağınız sizin bedeninizi keşfetmenize bağlıdır. Kimisi 15 saniyede meditatif hale gelirken, kimisi bu duruma ulaşmak için aylarca çalışır. Bu yüzden nefesin kullanımı kişiden kişiye değişir.